FaRkLaR Sözlük | www.FaRkLaRsozluk.com
 

İNSAN NEDİR ?

 

 

İnsanın ne`liği, kimliği? Çetin bir sorudur, kuşkusuz.
Soran, sorgulanan, soruya yanıt veren ile okuyan, beğenen
beğenmeyenlerin hepsi insan. Bu soruyla, insan kendi varlığını
sorguluyor, kendi bilincine varmaya çalışıyor.

Tanım yapmanın zorluklarını bile bile yine de dener-dururuz.
İnsanın ne`liği bilinebilse, böyle denemelere gerek duyulur
muydu? Sözlük açılır bakılırdı, ilgili maddesine. Gerçi her
sözlükte en az bir tane insan tanımı (maddesi) bulunur ama
onlarla yetinemediğimiz içindir ki sorup soruşturuyor,
okuyup araştırıyor, birbirimizden öğreniyoruz.

Sokrates de sormuş, günümüzden 2500 yıl önceleri;

"Kimdir insan, insan nedir?"

Agora`daki gönüllü öğrencileri, onu bilmeyecek ne var?
gibisine:
"İki ayaklı, tüysüz bir yaratık." demişler.

Ertesi gün, pazar yerine tüyleri yolunmuş bir horozla
gelen Hoca, canlı hayvanı ortalık yere dikip sorusunu
yinelemiş:
"Yani böyle bir şey miydi? İnsan dediğiniz?"

Kıssalardan çıkarılan hisseler zamanla atasözlerine dönüşür;

Benzetmede yanlış olmaz, ( Teşbihte hata olmaz;)
Yanlışsız benzetme olmaz! ( Hatasız teşbih olmaz!)

Özetimizde çok sayıda benzetme ve kaçınılmaz bazı yanlışlar
yapacağım için okuyucunun hoşgörüsüne sığınır,
bağışlayacağını umarım.

 

İNSAN VE DİNLER

Sokrates`in felsefesi, eski (klasik) çağların, çok tanrılı
dünyasından bağımsız değildi; Olimpiyalı tanrılarla dünyalı
insanlar aynı evreni paylaşıyor; üstünlük veya egemenlik
için birbirleriyle yarışıyor, çekişiyorlardı. Tanrılar insansı,
insanlarsa biraz tanrısaldı. Böyle bir dünyada, insanı
tanımlamak hiç de kolay değildi.

Tek tanrılı (Semavi) dinlere göre, Tanrı, insanı
"kendi benzerinde" yaratmıştı. Tanrı sayısı bire ya da
üçe inmişti ya; tanrı-insan özdeşliği sürüyordu. Hazreti İsa,
Tanrı`nın oğlu, hatta ta kendisiydi.

Yakın çağlarda, Hazreti İsa`nın ya da Adem Baba`nın ten
rengi tartışılmaya başlanınca, işler karıştı, kızıştı, inanç
kaleleri iyice sarsıldı. Beyaz tenli misyonerler, inançlarını
terk etmektense, kolay yolu seçtiler. Ruhtan yoksun görünen
(kara, sarı, kızıl) renklilerin henüz insan bile
sayılamayacağını --dolayısıyla beyazlarca sömürülebileceğini--
savundular. Hiç olmazsa sömürüye karşı çıkmadılar.

Adem Baba ile Havva Ana`mızın hangi amaç veya maksatla
yaratıldığını hala bilemiyoruz. Oysa, ikonoları
tasarlayan sanatçıların, kutsal yüceleri hep kendilerine
benzettiklerine tanık oluyoruz. Çin Buda`sı Çinliye, Hint
Buda`sı Hintliye, Göktürk Buda`sı Türke benzer. İnsan, gücüne
inandığı kişiyi çoğu zaman kendi yanına almış ama yenilgiyi
önleyememiştir. Düşmanların da tanrıları vardır.

İslam dini fani (ölümlü) insanın en onurlu yaratık!
(eşref-i mahlukat) olduğunu öğretmiştir. Onurlu ama
--yaradan değil-- sadece yaratık! Tanrı değil insan.
Nereden gelmiş "İnsan" sözcüğü? İngilizce insane
(deli)`den gelmediği kesin! Korkmayın, gerçi aramızda deliler
de var ama çoğumuz çok şükür akıllı-uslu kişileriz; ya da,
öyle olduğumuza inanırız.

 

BİLEN FAKAT BİLMEYEN İNSAN

Türkçe "insan", Arapça ünsiyet (yakınlık, tanışlık,
aşinalık) kökünden türetilmiş bir sözcüktür. Çevresiyle ilişki,
iletişim kuran, konuşup anlaşan, yakın olan varlık anlamına gelir.
Üns (uyum), ünsa (dişi), ünnas (halk) hatta nüfus, nefs ve nefes
gibi Türkçe sözcükler de, sanırım aynı kökten geliyor.

Çağdaş Batı dillerinde Latince kökten bir "incognita" sözcüğü
vardır ki bilinmeyen/keşfedilmemiş anlamında kullanılır.
Terra incognita, bilinmeyen ülke ya da topraktır. Dr. Alexis
Carrel, L`Homme, c`est inconnue ("İnsan, bu meçhul")
adlı ünlü eserinde, insanın bir Homo incognita olduğunu
dile getirmiştir. Bilen fakat bilinemeyen! İşte homo sapiens
incognita!
(İşte insan, derken Azra Erhat`ın Ecce Homo`sunu
anımsamamak mümkün mü?) Binlerce yıldanberi tapınakların
kapısına "Kendini Bil" emri yazılıyor. Kişiyi nasıl bilirsin?
Kendin gibi! "Kendini bil"ebilirsen, insanı, toplumu, dünyayı da
bilmiş olursun. Öyleyse, tek umut, insanın "kendini bil"mesinde.
Onun için "kendini bil"mek en yüce erdemlerden biri sayılmıştır
--her dinde, dilde, dernekte ve dergahta, Farsça bir dörtlük
ne bilgece bakıyor-- bilenle bilmeyene:

O ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini
çocuktur, onu eğitin/yetiştirin.
O ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini
cahildir, ondan uzakça durun.
O ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini
belki uykudadır, onu uyandırın.
O ki, biliyor ama biliyor bildiğini
bilge kişidir, onu izleyin.

Bilenle bilmeyen elbette bir (eşit/denk) olmaz. Ancak
nasıl ayıracağız bilenle bilmeyeni? Bu yüzden, felsefi
bilimlerle çoğu bilimsel felsefeler, "Bilip bilmediğimizden
nasıl emin olabiliriz?" sorusu üstüne kurulmuştur. İnsanbilimci
Coon, fethedilmesi en güç ülkenin İnsan`ın kendisi olduğunu
bakınız nasıl dile getiriyor:

İnsan`ın Serüveni

Gücüyle gelişip serpilirken Güneşin,
hayvanlar aleminin taçsız kralı ateşe
gem vurmayı, avcı olmayı öğrenen,
toprağı ekip biçmeyi, dertlere deva bulmayı,
canlıları evcilleştirmeyi başaran, alet
yapan,tekerliği yazıyı icat eden
uygarlıklar kuran, imparatorluklar yıkan,
silahlarıyla, dünyaya egemen olup
Atomu-roketiyle uzay seferine çıkan
Fakat sonunda, kendisiyle savaşıma giren,
yaşamak ve yaşatmak için en zorunu
kendini yenmek ve "kendini bil"mek
zorunda kalan --kim?-- kendisi!


Sanatçılar da Gauguin gibi, hep sorarlar; "Kimdir bu insan,
nereden gelmiş, nereye gider?" Atasözleri, çarpıcı, evrensel
gerçekleri dile getirirler;

Beşerdir şaşar.
Alacası (gerçeği) içindedir.
Kişi işinden bilinir
İnsan gider şanı, adı kalır
İnsan bilir İnsan değerini..
İnsan söyleşe söyleşe anlaşır.

 

İNSAN ÜZERİNE SÖYLENENLER, SÖYLENCELER

Söylenmişler saymakla tükenmez! Neler neler dememişler! İşte
bazı seçmeler:

Homo erektus (dik duran/yürüyen insan). Ne var ki, iki
ayağı üstünde dik yürüyebilen her yaratık insan olmadığı gibi,
her insan da dik durmuyor. Eğilip bükülenler, yerlerde
sürünenler; dengesi bozulunca dört ayağı üzerine düşenler;
bu duruma özenenler, böylelerini kıskananlar olmuyor mu? Yok
mu? "Düşmez Kalkmaz Tanrılar Dünyası"nda insan kişi bir
homo mortalis (ölümlü)`tir. Aslında bütün canlılar
ölümlüdür ya, ölümlü olduğunu bile bile yaşamaın güçlüklerine
katlanabilen tek canlı belki de insandır. Ölümlülük (fanilik)
yasasını değiştiremeyen insan, homo eternalis
(ebedi sonrasız) olmaya heveslenir. Bedeniyle gelip geçici,
adı-sanı ile kalıcı. Ölümlü varlık, ölümsüz eserler, isimler
bırakır. Kurucusu gider Cumhuriyet`i kalır. Ölüm korkusunun
evrensel çözümü dillerdeki "ölümsüzlük"tür. Hemen her dil,
bu temel kavramı icat etmiştir.

İnsan, özünde, bir homo rebellus (başkaldıran varlık)`tır.
Çoğu canlılar, kurulu düzene (doğaya) "evet" diyerek
varolurken, İnsan tümüne birden "hayır" diyebilir. Kuşkuyla
sorar sorgular, çünkü özünde bir homo küriosis
(meraklı izci)`dir. Yolunu, yönünü kendi seçer, yazgısını
kendi çizer. Ya zamanın geçip gittiğinden yakınır ya da geçmek
bilmediğinden. Aslında geçen-giden de kendisidir; alan kaçan da.

Sürekli konuşur anlatır, çünkü bir homo lingua ya da
homo loquens (konuşan, iletişim kuran, aktaran, anlaşan)
yaratıktır. Canlı, cansız, canlı-üstü; doğal ya da doğaüstü
herşeyle, her varlıkla konuşur, çatışır, barışır, anlaşır.
Yalnız insandır ki --- bu dünyada;

Sesini söze, sözünü sözcüğe,
sözcükleri sözlüğe, sözlüğü yazıya,
yazıyı resme, resmi musikiye,
musikiyi notaya, notayı sanata,
sanatı savaşa ve savaşı sanata
dönüştürebilir.


Çünkü o bir homo sembolikus, soyutlama, simgeleştirme
cambazıdır. Değerler, anlamlar üretir. Ürünleri yeniden yaratır.
Her imgeyi, her simgeyi, her dile yükleyebilir. Her simgeyi
çok çeşitli biçim ve anlamlarda söyleyebilir.

Bütün bu yeteneklerini türlü araç-gereçlerle uygular, çoğu
işlerini böyle yapar/yaptırır. Çünkü usta bir homo faber
(alet yapıcı)`dir. Yontma-taştan yapılmış elbaltasından,güneş
sisteminde dolaşan uzay gemilerine değin herşey onun elinden
çıkmıştır. Dişi tırnağı, çenesi-pençesi güçlü değildir ama
"kıldan ince, kılıçtan keskin köprüleri" o tasarlar; aslandan
güçlü olan, kartaldan yüksek uçan, balıktan derin yüzen,
fırtınadan hızlı, depremden daha yıkıcı ne varsa dünyada; onun
eseridir. Usta elleri, bilinmeyen beyninin uzantısı, bilinen
aletlerin en beceriklisidir. Elleri, alet yapan alettir. Alet
yapar el övünür. Aleti yapan da kullanan da aynı el olduğuna
göre, neden övünmesin? Aletlerle üretir, aletlerle tüketir,
aletlerle ölçer, dirhemle tartar, miskalle dağıtır,
homo ekonomikus olur. Temel ihtiyaçlarını karşılarken,
öncesi bilinmeyen yeni yeni ihtiyaçlar yaratır. Hazırı
tüketir, biteni yeniden üretir. Kimi neleri, ne kadar
üreteceği, kimin ne tüketeceği, çalışan ve çalışmayanların
bu işlerden ince pay alacağı gibi sorunlar onu bir
homo politikus (siyasal insan) yapar. Yönetenler ve
yönetilenler olarak ikiye böler. Daha iyisini henüz bulamadığı
için, yönetilenlerin yöneticileri seçme, deneme, değiştirme
(demokrasi) düzenine razı olmuş, görünür.

Kendi türüyle uzlaşır çünkü o bir homo rasyonalis
(akıllı-fikirli insan)`dir. Akıllı olmayan da kendi aklına
inanır, güvenir; aklıyla övünür. Pazara çıkarsa, kendi aklını
beğenir. Sandığınca akıllı değildir ama nasılsa akıllı görünmeyi
başarır. Akılsızca davranışlarına son derece akıllı (mantıklı)
gerekçeler bulur. Mantık (söz) oyunlarıyla kendi aklını bile
aldatır. Akıllı değil, akılcıdır. İsteklerini düşlerken,
düşlerini gerçekleştirir. "İnsan hayal ettiği sürece yaşar"
derken sözle düş görmektedir. Arayıp durduğu "gerçek"
inandıklarından başkası değildir. Japon sözü;

"Yasalar akla (mantığa) aykırı olabilir,
(ama) akıl-mantık yasalara aykırı olamaz."

der. Eğer bu mantık bize çok aykırı (ters) geliyorsa, şu İngiliz
sözüyle karşılaştırılabilir: "Töreler, herşeyi meşru kılar!"

Herşeyi, mantıksızlığı bile. İşte bu yüzden, töreye karşı çıkan,
ters düşen, direnen kişi homo kriminalis (suçlu) olur.
Yasaların öngördüğü cezayı çekse de çekmese de,
"içindeki ben"`in sesinden, vicdanının denetiminden,
öz-yargılamadan kurtulamaz. İnsan, tam bilinçli (conscious)
değilse bile, oldukça vicdanlı (consciencious) bir varlıktır.
Kimi insanlar, o vicdanı, insan sevgisiyle öylesine geliştirir ki
ermiş kişi olurlar. Latin dünyasında seven-sevilen-sevecen
kişilere homo santos (aziz veli) derler. Hoşgörülü;
bağışlayan kişiler, veli olarak yaşarlar dillerde, gönüllerde.

İnsanın değişme yeteneğini, değiştirme gücünü görenler, ona
homo historikus (tarihi insan) derler. Kuşkusuz,
değişebilen ve son derece değişken bir varlıktır; ama yaptığı,
yazdığı, okuduğu hatta yorumladığı tarihten ders almadığı için,
tarih sanki yineliyormuş gibi görünür. Oysa, yineleyen tarih
değil, insanın cehaletidir. Tarihi varlık olmakla övünen
insan, kendi tarihini de değiştirir. Tarihin gerçekleriyle oynar.
Yalnız tarihle değil yapıp-ettiği, yazıp-okuduğu herşeyle oynar.
Öylesine yaman bir oyuncu ki, Hollanda`lı bir tarihçi ona
homo ludens (oyuncu insan) adını vermiştir.

Doğar doğmaz başlar oynamaya, yaşamı boyunca oynar, durur.
Yorulmaz. Başkalarına çok oyunlar oynadığı için kendisine de
hep oyun oynandığını sanır, kuşkulanır. Eski oyunlara düşmemek
için sürekli yeni oyun senaryoları tasarlar. Kurduklarını
hayatta uygular. "Ciddiyim, ciddi olalım" demesi bile oyundur.
Son soluğunda "Artık oyun bitti" derken bile oyununu sürdürür;

Olmak ya da olmamak
Yapmak ya da yapmamak
dediği aslında onun
oyun içinde oyundur.
Biri bitmeden ötekisi başlayan,
oyuncusu kimlerse seyircisi onlardan
kurgusu, soruları değişmeyen
Sahnesi dönen dünya
Perdesi hiç inmeyen!


İnsan, Dünya sahnesinde, bir homo ridens (gülen insan)
olur. Gülerken ağlayan, ağlarken güldüren palyaçolar gibi!
Daha doğrusu "güler geçer ağlanacak hallerine". "Gülme
komşuna gelir başına" sözü, nelere güldüğünü gösterir. Aşırı
gülmekten korkar. Gülmenin sonu acıdır. En çok da cinsel
sorunlara (tabulara) güler. Hayatta tadamadığı doyumları
gülünç (acı) öykülerde arar. Çünkü tam bir homo seksus,
cinsel hayatını yeterince (gönlünce) düzenleyememiş varlıktır.
Eşcinselliği, cinsel sorunlarından sadece birisidir.
Doğurabileceği bütün bebekleri insan gibi yetiştiremeyeceğini
anladığı günden bu yana, cinsel ilişkilerini sınırlamaya, tek
eşle kısıtlamaya çalışmış; gerisini, ötekileri yasaklamıştır.
On Emrin ikincisi zina`yı yasaklamıştır. Ne ki yasaklar
arttıkça, cezalar şiddetlendikçe onun ilgi ve ilişkileri de
birer tutku düzeyine gelmiştir. Mitosu-mitologyası, tiyatrosu
destanı, politik arenası, sportif oyunları, yiyip-içmesi,
giyinip-kuşanması, şiiri, şuuru, fıkrası öyküsü, dilinin
sürçmesi cinsel sorunlarının sanki çözümleri, yıllanmış
çözümsüzlükleri üstüne kuruludur. İnsana özgün sevgi bu
koşullarda yaratılmıştır. Özgürlük özlemiyle Şairin yakındığı
gibi;

"Sevmese ölür / sevse öldürürler."


Böylece o yüce sevgi, buruk acı bir özgürlüğe dönüşür.

Sevse de sevmese de mutluluk ile birlikte suçluluk ve pişmanlık
ile karışık özlemler duyar. Çünkü özgürlüğü seçse --Duygu
Asena`nın açıkladığı gibi-- aslında aşk da yoktur. Aşkı seçse
özgürlük yiter. Aşk özgürlüğü büyüleyici, kısa ömürlü bir
yanılsamadır. Vuslata erse tükenir, eremezse Neyzen`in
deyimiyle gözyaşı yoluyla taşar.

Kanun, ferman dinlemeyen sevgisi dışında her davranışı,
doğması, yiyip-içmesi, çalışıp-dinlenmesi, hastalanıp iyileşmesi,
eş seçip ayrılması,sayısız kurallara bağlı kalır. her aşama bir
törenle başlar, törenle sürer, törenle biter. Bir durumdan
ötekine geçiş daima uygun bir törenle gerçekleşir. Bu anlam ve
bağlamda insan bir homo ritüalis, törencidir. Doğmasına
törenle izin verilir, okula törenle başlar, törenle mezun olur.
Sünneti, buluğa ermesi, nişanı, askere gitmesi, tezkere alması,
evlenip boşanması, bayramlaşması, işe alınması, kovulması,
tayini-terfii, emekli edilmesi, öldüğünde gömülmesi hep törenle
olur. Bu törenler onu bir homo protokolis ya da hiyerarkus
yapar. Her insan, değişen toplumdaki yerini sırasını bu törenlerle
öğrenir. Devlet, bu anlamda bir törenler töresidir. Resmi ya da
özel törenlerin nasıl yapılacağını, herkesin yerini sırasını
belirler. Devrimler, önce törenleri, sonra geçerli protokolü
değiştirir. Törenleri değiştiremeyen devrim, devrimden sayılmaz.

Kurallara, geleneklere, törelere uyulmayan durumlarda o
barışçı-uysal varlık bir homo belligerent (savaşçı) olur.
Her tür, soy ve canlı, varlığını sürdürmek için savaşmak
(öldürmek) zorundadır. Oysa, savaşı saygın bir bilim, fen, sanat,
felsefe ve meslek düzeyine yükseltip kurumlaştıran tek yaratık
insan olmuştur. Chaplin`in Monsieur Verdoux filminde
savunduğu gibi, birkaç kişiyi öldüreni "katil" diye asar da,
yüzbinleri ortadan kaldıranı "kahraman" (Martyr) sayabilir.
Tören yapmadan saldırmak bağışlanmaz. Erkekler ölesiye,
kadınlar oldurasıya savaşır. Barış isteyenler de savaşa
hazırlanırlar. Savaş hazırlığı, çoğunlukla savaşa yol açar,
savaşla sonuçlanır.
Varlığını topluma borçlu olan İnsan, homo sosyalis bir
toplumsal olgu --Aristoteles`e göre "hayvan"--dır. Toplumsal
ama toplumcu (sosyalist) değil. Aslında insan toplumcu bir
varlıktır ya, toplum, topluluklar büyüdükçe, kalabalıktan
sıkılır, içine kapanır, yabancılaşır. Hatta "yaban"lar
için uygun haneler bulundurulur. Sessiz çoğunluk, her nasılsa,
bu dağılımın normal (sağlıklı) ortasını bulur. O çoğunluk,
toplumu ayakta tutan orta sınıftır. Azalmaya başlayınca,
çevreden feryatlar yükselir. Öncülerine sanatçı-yazar (takımı)
"homo artis" denir. Gerçi her insan doğuştan yaratıcı
(sanatçı)`dır. Ama yöneticiler toplumun yüce çıkarlarının
koruyucuları olarak gençlerin yaratma gücünü sıkı bir
gözetim/denetim altında tutarlar. Engelleri aşarak yine de
sanatçı olmayı başaranları ise ünvanlar ve ödünlerle
ödüllendirir, baştacı ederler. Festivallerde, devlet
törenlerinde, ünlü sanatçılarla övünürler.

Bütün bu çelişki ve sürtüşmelere, deneme ve yanılmalara
karşın, sessiz çoğunluk umudunu yitirmez, homo esperans
olarak kalır. İyimserliğin çoğu belki saflıktır ama saflık
toplumsal geleceğin en somut güvencesidir. İyimserler,
kazı-kazanı hemen, loto ile totoyu haftaya, piyangoyu gelecek
ay tutturacağına inanır. Devlet kurumları bu yaygın umudu
yaşatmak için görevlerini eksiksiz yapar. Politikacılar,
iyimserlerin ara sıra gönlünü alır. Onlar da kötümserlerin
yazgısına bakıp, kendi hal ve gidişlerine şükretmeyi öğrenirler.
Umudun yitirilmesi, insanı çığrından çıkarır homo desperado
(serdengeçti) yapar. Böyleleri hemen tanınır, bulunur,
toplumdan tecrit edilerek, bulaşıcı hastalığın yayılması
önlenir. Gözü kararanların gözleri uygun bağlarla bağlanır.
Çünkü, mutlu ya da mutsuz, iyimser ya da karamsar, insanın
homo kredo (inançlı) olması beklenir. O da inanır,
yolunun yönünün davasının doğruluğuna. Arada bir
yanıldığının ayırdına varıp karşı kampa katılığı, yön/yan
değiştirdiği, U-dönüşler yaptığı olursa da.. Bu ilk ve sondur,
bir daha yanılmayacağından emindir. Davadan dönen vurulur,
atılır. İnanç önemlidir. Neye inanıldığı değil. E. Hoffer,
"gerçek inananları" böyle tanımlıyor. Yeter ki insan
inansın. Çünkü inançsızlık insanı kara kuşku (paranoia)`ya
götürür. Zor bir hastalıktır.

Yönetim felsefesi ve siyasal bilim kuramları açısından
inanmayan insan homo nihilismus, "gayri kabil-i tedavi" bir
hastalığa tutulmuştur. Şundan dolayı ki, böyle insanların
topluluğu kolay kolay yönetilemez. İnsan dediğin inanmalı.
Çünkü bilge Sir Brian`a göre, inanan insan her kötü sistemi
çalıştırır da; en iyi sistem, inanmayan ya da inancını yitirmiş
kişiyi çalıştıramaz. İnancın en sağlam ölçütü coşku (entheos)
yani insanın yüreğindeki tanrıdır. Bu yüzden, politika sanatı
ile diyanet (din ile yönetim) ayrılmaz ikizler olurlar. Laiklik
ülküsü yüzyıllar isteyen,bekleyen bir düştür. Politika zorlanırsa
dinleşir, din kısıtlanırsa politikaya dönüşür. Ünlü ikilinin
kalıcı dengesi henüz bulunmamıştır. Bu koşullarda homo
libertas
(özgür insan), homo politikus`un yaşlı bir özlemidir.
Öyle uzun bir yolculuk ki, homo idealismus (erkek)
özgürlüğü özlerken, homo realismus (kadın) onu yaşamaya
çalışır. Hemen her kuşak, realismus-idealismus ikilemli
tartışmasına sil-baştan girer, bir-iki adım ileri götürmeye
çalışır.

 

İNSANIN DOĞASI

İnsanın değişmeyen özellik ve yüklemleri, yani bir "doğası" olup
olmadığı, tartışmalı konudur. Eğitim filozofu John Dewey,
insanın değişmeyen bir doğası varsa o da "değişme"dir demiştir.
Çünkü insan öğrenen bir varlıktır, gerçi bireylerin temel kişilik
yapısı değişmez gibi görünüyor ama canın altındaki huy, bir
kuşaktan ötekine, her kişide değişir. Kuşakları oluşturan bireyler
de farklıdır.

Kendi huyunu (kişilik çatkısını/yapısını) değiştiremeyen kişi,
ömrü boyunca, çevresini, dünyayı değiştirmeye çalışır. Dünya
da --ne yapsın-- değişir. Değişemeyen insanların değişen
(değişmiş) dünyası olur. Genellikle bireyin yaşayan fakat
bilmek istemeyen insan türüne Homo Sapiens (bilen insan)
denir. Bu sınıflamayı yapan bilginler, kendilerine
homo sapiens sapiens (bildiğini bilen), "bilge insan"
sıfatını yakıştırırlar. Derler ya gerçek bilgeler sanki daha alçak
gönüllüdür. Söz gelişi, İspinoz kuşlarının ya da fazlaca şişinmekle
ünlü kurbağaların, homo sapiens`i nasıl değerlendirdiği
bilinmiyor. Bu anlamda insan, kendi bilgeliğine tutkun
(kendine aşık) bir homo narsissus (Nergis)`tur.

 

GÜZELLİK VE SEVGİ

İnsan, güzeli beğenir, sever. Kim sevmez ki? Ancak, gerçek
güzelliği sevginin yarattığı gerçeğini görmez. Oysa,
"Gönül kimi severse güzel odur" diye görkemli bir sözün
ozanıdır. Dört köşeli dünyanın dört köşe tapınaklarında,
ocaklarında aklın, gücün, güzelliğin ışığını yakar da, sevginin
mumunu sönük tutar. Çünkü sevgi, dilde bir söz, mumda bir
ışık değil, yüreklerdeki aydınlıktır. O aydınlık, dünyanın tüm
gerçeklerini değiştirebilir. Önceliklerini alt-üst eder. O duygu,
aydınlık yüzleri parlatır, karanlık yürekleri --kıskançlıktan--
karartır. Zorbalıklara yol açar. Kore dilinde sevgi,
"İnsanın yürekten gülümsemesidir". İnsanın insana
"Evet kardeşim" diyebilmesidir. Leonardo`nun sırrı,
Jokondo`nun o gizemli gülücüğünde saklıdır.

 

KUSURSUZ İNSAN?

Peki ya homo perfektus? mükemmel/kusursuz insan
olabilir mi? Söylemekte sakınca yok, kusursuz insan,
kusurunu bilendir. "Kişi kusurunu bilmek kadar arif (bilge)
olamaz" demiş, Osmanlı. Kusursuz insan yüce bir ülküdür.
İskoçya`lı bilge kişi, bakınız ne güzel yakalıyor diyalektik
gerçeği;

En iyimizin öyle kusurları,
En kötümüzün öyle iyilikleri
Var ki... "kusur" dediğin, senin
kusuru görmek olmasın, sakın.

  SÖZÜN SONU

İnsanlık, başkalarına kusur bulmaktansa
"kendi kusurunu bil"mekle mi gelişiyor? Önden gidenler,
kendilerini önde/başta görenler, "Eğitim" diyorlar. Doğru!
İnsan, kültürü, bilgiyi, bilgeliği eğitim süreciyle öğreniyor.
Ama yalnız okulda değil. Okulu da içine alan hayat-boyu
eğitimle! Her yapıp ettiğinden bir şeyler öğrenerek! Deneyip
yanılarak, düşüp kalkarak, birikimlerini paylaşıp
değerlendirerek kuruyor, kendi kusurlu dünyasını. Öyleyse
eğitimin amacı, yalan-yanlış bilgiler vermek, edinmek değil,
öğrenmeyi öğrenmek olmalıdır. Kimi çok, kimi az öğrenir.
Arada kalanlara, iki uç arasındaki köprüyü kurmak, korumak
görevi düşer. Bu tarihi ve evrensel gerçekleri içine sindirenler,
kendini (kimliğini) bilen bir toplumun çağdaş insanları
homo kontemporaris olur. Mekanın, değişen zamanlarla
ilişkisi işte bu bilinçle kurulur.

 

BOZKURT GÜVENÇ`in İNSAN VE KÜLTÜR adlı kitabının 15. bölümüdür.

  SAYIN
BOZKURT GÜVENÇ`E ÇOK TEŞEKKÜRLER !!!

 

 

 


BU SAYFADA GÖRMEK İSTEDİGİNİZ BİLGİ VE/VEYA BAĞLANTILARI,
AŞAĞIDAKİ FORMU DOLDURARAK İLETEBİLİRSİNİZ.
(YOU CAN SEND US YOUR INFORMATION AND/OR LINKS,
YOU WOULD LIKE TO SEE IN THIS PAGE FILLING THE FORM)

 

Ad ya da Takma Ad(Rumuz/Mahlas)
(Name or Nickname)


E-posta Adresi
(E-mail Address)

Konu/Başlık
(Subject/Topic/Title)


İçerik/Katkı/Destek/Ek/İstek/Yorum/Soru/Bozuk Adres vs. ???
(Content/Contribution/Support/Add/Request/Comment/Question/Broken Link etc. ???)

6543
( Teknik açıdan, numarayı yanındaki boşluğa girmeniz gerekmektedir. )


 

Bu sayfada arama yapmak için; klavyenizde CTRL+F tuşlarını ya da
tarayıcınızın sol üst köşesindeki [Dosya | Düzen | Görünüm] bölümündeki
[Düzen]'in altındaki "Bul" komutunu kullanınız.

(Başka sayfaların da içeriğinde arama yapmak için
aşağıdaki kutuya aradığınız sözcük ya da konuyu giriniz)

 

Bu sayfa 02 Ocak 2016 itibariyle kez ziyaret edilmiştir.

6D Bilgi Hizmetleri vs. | www.6Dtr.com       FaRkLaR Kılavuzu | www.FaRkLaR.net        GösterGe Hizmetleri
Yenilikler ve Duyurular